Seyretmek için ne kadar zaman ayırıyoruz? Nesneleri, doğayı, olanı biteni. Ne kadar müsade ediyoruz bize dahil olmalarına?
Eskisi kadar büyülemiyor olanlar bizi. Her şey var. Her şey çok. Her şey yeterini aşmış gidiyor.
Oysa ki “dili olmayanları”; yani bizi etrafımızı kuşatan nesneleri sadece izleyerek büyümek mümkün. Bahsettiğim içimizi büyütmek. Gözlerimizin mucizelere tanık olmasına zihnen de izin verebilmek. Sıradan gördüğümüz her şey aslında daha değerli.
Özellikle nesnelerin durağan hallerinden bile öğrenilecek ne çok şey var. Hızlı olmak ve bir şeyleri yapmak/halletmek gündemimizi o kadar kaplıyor ki durmak ve izlemek zaman kaybı sayılıyor. Aslında bize ait olan her şeyin; kalp, beden, zihin hepsinin bu seyirlere ihtiyacı o kadar çok ki.. Dünyaya karşı açık, ön yargısız ve savunmasız olduğumuz anlar toplamı gibi düşünebiliriz.
Çocukluğunuzdan kalma bir kumbara alın elinize bir düşünün içinde neler biriktirdiğinizi. Onu ilk gördüğünüzdeki heyecanınızı, size onu kimin armağan ettiğini, biriktirdiğiniz paralarla neler aldığınızı. İşte bu nedenle o sadece bir kumbara değil; gizli hazinenizin bir bekçisi.
Duvarınıza sıkı sıkıya tutunmuş o tabloyu siz hayatınızda neye tutunmak için veya size neyi hatırlatması için asmıştınız?
Bize bizi hatırlatan, içimizdeki soru işaretinin cevabı kendimizi kuşattığımız nesnelerimizde, tam da karşımızda, tam da elimizde, cevaplarıyla bizi bekliyor olmasın?