Özellikle son birkaç yıldır, “daha küçük bir şehre hatta kasabaya yerleşme fikrine” sahip insanlar görüyorum, duyuyorum. Bir masada bir araya gelen arkadaş grupları bu konuya mutlaka uğrar oldu. Hafta içi yoğun mesai ile çalışan, yaptıkları, ürettikleri önce kendilerine sonra kimselere yetmeyen bizler; bir Pazar sabahı kahvaltısında hayatlarımızı kurtarma telaşına düşüyoruz.
İlk kez bu fikirler kulağıma geldiğinde, kalbime dokunmuş “imkan dahilinde” diye düşünmüştüm. Sonra zevk aldığım ya da bana zevk verdiğini düşündüğüm için sıklıkla gittiğim yerleri, yediğim yemekleri, yaşadığım şehrin bana konuşan sözcüklerine baktım ve henüz hazır olmadığımı anladım. Ayıp değildi ki bu. Kendime ait duraklarım vardı benim, lezzetlerim, keyifle baktığı pencereleri vardı gözlerimin..
Tabii bütün bunların ötesinde gittiğimiz her yere kendimizi götürdüğümüzü düşünürsek, asıl aradıklarımızın zaten sahip olduklarımız olduğunu anlamak zor olmasa gerek..
Yani demek istediğim o ki, önce kendimize karşı dürüst olalım. Bu şehirde, evimizde, işimizde sevmediğimiz ne var? Tüm bunları değiştirmek için ne yaptık? Deneyip sonuç alamamak başka, başkasının ihtiyaçları ile dünyamıza yaklaşmak başka.
Hayaller elbet olacak, hayaller yoksa kendine yetişememiş yetişkinler oluruz. Ancak bu hayalleri bu kadar iddia ile savunmak, sanki hemen 1 hafta sonra eline fırsat geçse gidecek “–miş” gibi yapmak bana samimi gelmiyor. Bu yaklaşımı, erteleme duygusunun rahatlığı, yapılacakların ya da olunacakların o küçük kasabadaki günlere ertelenmesinin getirdiği, bugünün sorumluluğundan sıyrılma mücadelesi olarak görüyorum.
Önce küçük adımlar atmalı insan. Kendinden başlamalı işe. Şikayet ettiği, kavuşmak istediği her ne ise kendine dönüp, bunlara ulaşabilmek için kendinde neleri değiştirebileceğine bakmalı. Sonuç hala gitme yönünde ise o zaman her uyanılan günde bunun için birşeyler yapabilmeli. Emek vermeli, plan yapmalı, hedef koymalı.
Siz nefes aldığınız şimdide “dahası” için neler yapıyorsunuz? Yapmadıklarınızı ne kadar süredir erteliyorsunuz?