Farklı yıllarda, farklı mevsimlerde, şartları birbirinden ayrı hayatlara konuyoruz. İlk yıllar hayattan, kendimizden ne ummamız gerektiğini bilmediğimiz zamanlar olarak akıp geçiyor. Fakat; bir zaman, alışılmadık bir olay ya da bir insan sonra; “şimdiki aklı geçmişte aramaya” başlıyoruz. Bir sürü hesaplar, denklemler, karşılaştırmalar yapıp toplamdan memnun kalmıyoruz. Kendimizle girdiğimiz savaştan mağlup ayrılıyoruz. Burada en büyük sıkıntı geçmişi şimdiki zamanda değerlendirmekle başlıyor. 15 yaşındaki, 22 yaşındaki veya 40 yaşındaki Nazlı’yı; 33, 50, 60’ını yaşamakta olan Nazlı’nın acımasızlığına teslim ediyoruz.
Bir sonu olduğunu bildiğimiz hayatı yaşarken her adımı doğru atmak istemek, pişman olmayacağımız kararlar almak için risklerden vazgeçmek; akla, mantığa hatta kulağa çok güvenli geliyor. Fakat çok şükür ki sadece bunlardan ibaret değiliz. Mutlu ettikçe gönlümüzün büyüyeceği, onu sahiplendikçe bize sahip çıkacak bir de ruhumuz var. İşte bu süreçlerde en çok “ruhumuzu” üzdüğümüzü düşünüyorum. Bilerek ve isteyerek değil, onu yok sayarak üzüyoruz. Yok saymak bile isteye yapılan her hatadan daha yaralayıcı. Var olduğunu kabul etmemek, yavaş yavaş tükenmesine göz yummak ve onun rehberliğini yitirmek demek..
Hikayelerimiz bizi en yakınlarımızdan bile ayırabilen tali yollarımız. Aynı evde, aynı mahallede büyüsek, aynı iş yerinde mesai tüketsek bile yaşananların bizdeki etkisi diğeri ile hiçbir zaman aynı olmaz. Bu nedenle yaşanmışlıklarımıza sahip çıkmalıyız. Ne yaşadıysak yaşadık, ne olduysa oldu. Hala ayakta isek, nefes almaya ve yaşamaya devam edebiliyorsak bunun içini en iyi şekilde doldurmak kendimizle olan anlaşmamız olmalı. Yaşananlar üzse de, kırsa da hatta hayatımızı kontrolü altına almaya çalışsa da; bunu fark ettikten sonrası artık bizim sorumluluğumuzda. Biz hikayemize ne kadar sahip çıkar, kabullenir ve içinde bizim için taşıdığı hediyeleri kabul edebilirsek ruhumuzun yollarında o kadar çok çiçek açar. İnkar ettiğimiz, bastırdığımız, yok saydığımız hikayelerimiz gün içinde kendine bir yer bulamazsa gece rüyalarımızda aynı filmi bize defalarca seyrettirir. O kadar çaresiz bir anda yakalar ki uyandığımızda bazen gözümüzde bir damla yaşını, bazen sırtımızda ağrısını bazen de yastığımızda terini bırakır.
Bir kez bu hayata geldik. Bu gerçek; zamanı gelene, vadesi dolana kadar bizi ayakta tutacak. Nasıl yaşayacağımızı seçmek aslında bizlerin elinde. Hikayemizi, kim olduğumuzu, hangi tecrübelerin bizi büyüttüğünü görme şansını kendimize verir ve bunları “yük” yerine “kanat” olarak kullanabilirsek; o kadar özgürleşebiliriz...
Özgürlüğünüz için hikayenizi sahiplenmeye ne dersiniz?